Sunday, January 24, 2010

BURUN


BirGün/24 Ocak 2010

Gogol’un ‘Burun’ adlı garip öyküsü, “25 Mart'ta Petersburg’da pek tuhaf bir olay oldu,” diye başlar ve şube müdürü yardımcısı Kovalev’in burnunun bir gün nasıl onu terk edip kendi kaderini tayin etmeye karar verdiğinin hikayesini anlatır.

1836’da yazılmış olan ‘Burun,’ bir çok eleştirmene göre sürrealist ögeler taşıyan, hatta bundan bir yüzyıl sonra ortaya çıkacak ‘büyülü gerçekçilik’ akımının öncüllerinden sayılması gereken bir öyküdür. Ancak edebiyatçılar, Kovalev’in burnunun neden yürüyüp gittiği konusunda fikir birliğine varamazlar bir türlü. Kimi bunun Freudyen bir perspektiften okunması gerektiğini ve aslında bir kastrasyon hikayesi olduğu söyler. Kimi ise, absürd bir öyküde mânâ aramanın abesle iştigal olacağı konusunda israrcıdır.

Halbuki, hikayenin kahramanı tam da o mânânın peşindedir. Öykünün büyük bir kısmı, Kovalev’in başını alıp giden burnunun peşinde oradan oraya koşturması ve olanlara bir anlam verebilmeye çalışmasıyla geçer. “İki dakika sonra, burun yeniden göründü. Efendinin sırtında sırma işlemeli, dik yakalı bir giysi; ayağında güderi bir pantolon; belinde de bir kılıç vardı. Tüylü şapkasından Danıştay üyesi olduğu anlaşılıyordu.”

Bu delice öyküde, belki de en çılgın yer burasıdır. Hadi burun kaçmıştır kaçmasına, ama bu üniforma da neyin nesidir? Neden üst düzey bir devlet görevlisine dönüşmüş Petersburg sokaklarında dolaşmaktadır? Kovalev, çok kızgın olmasına rağmen, önce pek çekingen davranır burnuna karşı. Onun bu yeni kimliğinin karşısında rahat değildir. Neticede yükselme hırsıyla dolu sıradan bir memurdur o. Daha önce kendi burnu olmuş olsa bile, pırıltılı üniformasının içindeki bir Danıştay üyesi ile boy ölçüşemez.

Gogol bu delice öyküde bize şunu der gibidir: Nasıl görünürse görünsün iktidar tedirginlik yayar. Önemli olan kişiler değil, toplum içindeki konumlarıdır.

Aslında sadece bu mesajla bile idare edebiliriz. Ama Gogol öykünün sonunda bir numara daha yapar ve burnun ait olduğu yere, yani Kovalev’in suratının tam ortasına, geri dönmesini sağlar. Kovalev’le o pek çekindiği burnunun aslında aynı şey olduğunu anlayıveririz böylece. İkisi de, farklı yönlere doğru gidiyormuş gibi görünseler bile, başında ima edildiği üzre, aynı organizmanın parçalarıdır.

Devletimizin organları arasındaki iktidar savaşı bana bu öyküyü hatırlatıyor hep. Bizde de, burun kaçalı çok oldu. Apayrı bir kişilik edinip hükümet kurdu, iktidara geldi. İktidarı da pek sevdi üstelik. Halbuki kaçarken, Kovalev’in burnu gibi, o da öncelikle kendi kimliğini oluşturma peşindeydi. “Ben farklı bir şeyim,” diyordu bize, “o yeknesak bütünün bir parçası değilim.” “Ayrı bir kimliğim, farklı beklentilerim var.” “Halkçıyım, demokratım, özgürlükçüyüm.”

Oysa görüyoruz ki, bu organ da diğerleri gibi aynı bedene aittir. Sonuçta ait olduğu yere dönecek, o beden ne yaparsa, o da onu yapacaktır. Ne zaman ki ekmek istensin, ne zaman ki adalet istensin, o devasa vücut hep birlikte hareket edecek, parıltılı üniformasının üzerindeki tozları silkeleyerek hep aynı şeyi söyleyecektir: “Böyle oyunlara gelmeyelim,” diyecektir bize “birlik ve bütünlüğümüzü bozmayalım.”

Hükümet de Tekel işçilerine aynı şeyi söyledi. Burundan gelen bir sesle.

No comments: