Saturday, January 23, 2010

Editörüm çok yaşa!


BirGün Kitap Eki
23 Ocak 2010

Umberto Eco'nun ‘Foucault Sarkacı'nda yarattığı eşsiz karakter Jacopo Belbo’nun roman boyunca aldığı notlardan çıkarılacak ders şudur: editörler sanıldığı gibi düşkırıklığına uğramış ‘rate’ yazarlar değil, daha çok metinlerin arkasındaki gizli kahramanlardır.

Sarkaç’taki çok sevdiğim pasajlardan biri, Belbo’nun Shakespeare ile ‘Hamlet’in ilk kopyası üzerine konuştuğunu hayal ettiği bölümdür. Belbo, güya amatör bir oyun yazarı olan Shakespeare’in kendisine verdiği elyazmasını okumuş ve bir takım aksaklıklar bulmuştur. Konuşma boyunca, metni ufak ufak düzeltir ve bildiğimiz haline getirir. Karşısında mahçup, edilgen ve hafif bön bir Shakespeare hayal eder. Ne kadar iddialı ve yetenekli olursa olsun, editörünün önünde boynu kıldan ince olan yazarın resmidir bu.

“William S. ile görüşülecek.

- Çalışmanıza göz attım, fena değil. Gerilim, düşgücü, dramatik öge var. İlk yapıtınız mı?

- Hayır. Daha önce başka bir trajedi yazmıştım, Veronalı iki sevgilinin öyküsü.

- Bu yapıtınızdan söz edelim, Bay S. Neden Danimarka’da değil de Fransa’da? Sözgelimi söylüyorum, büyük bir çaba gerektirmez, iki üç adı değiştirmek yeter: Chalons-sur-Marne şatosunu, Elsinore şatosu yapabilirsiniz örneğin... Kierkegaard’ın gölgesinde, protestan bir kuzey ortamında, bütün bu varoluşsal gerilimler…

- Belki de haklısınız.

- Sanırım. Ufak tefek biçimsel düzeltmeler de gerekebilir: bir iki küçük dokunma, berberinizin ensenize ayna tutmadan önce, bir iki makas çırpması gibi... Örneğin, babanın hortlağı. Niçin oyunun en sonunda beliriyor? Ben olsam başa alırdım. Öyle ki, babanın uyarısı, genç prensin davranış biçimine hemen egemen olup annesiyle çatışmaya itsin onu.

- İyi fikir bence. Yalnızca bir sahnenin yerinin değiştirilmesi yeter.

- Tastamam öyle. Son olarak, biçem. Rastgele bir bölümü alalım; işte genç adamın sahne üzerine çıkıp eylemle eylemsizlik üzerine düşünmeye başladığı yer, bu bölüm gerçekten güzel, ama yeterince güçlü gelmiyor bana. ‘Eyleme geçmek ya da geçmemek? Benim sorunum bu. Düşmanca yargıya boyun eğmeli miyim yoksa?’ Niçin ‘benim sorunum’? Ben olsam, ‘sorun bu’ dedirtirdim ona; sorun bu, anlıyorsunuz değil mi? Onun kişisel sorunu değil, varoluşun sorunu. Olmakla olmamak arasındaki seçenek yani.”


Bu bölümü gülümsemeden okumak mümkün değildir. Belbo, dünyanın bütün editörleri adına, şunu söyler gibidir: Editörler olmasaydı, ‘Hamlet’ bile sıradan bir oyun olarak kalır, unutulur giderdi. Bir esere en son halini veren ve onu mükemmelleştiren editörlerdir. Metni bütün çapaklarından ayıklamak, acemiliklerini yok etmek, hatta kimi zaman tamamen yok olup gitmesine engel olmak editörlerin görevidir.

Kafka’nın editörü Max Brod olmasaydı, şu anda elimizde herhangi bir Kafka metni olmayabilirdi. Max Brod, yalnızca Kafka’nın yazmaya devam etmesini sağlamakla kalmamış, onunla bir ömür boyu sadakatle mektuplaşmış, kimi eserlerinde kimi bölümlerin yerinin değiştirilmesini önererek üslubuna katkıda bulunmuş ve son olarak yazarın vasiyetini yerine getirmeyip eserlerini yakmayı reddederek hepsinin bugün elimize ulaşmasına vesile olmuştur.

Aynı şekilde, kendisi de bir yazar olan A. J. Liebling, bir gün kapısına dayanan orta yaşlı bir kadının zorla eline tutuşturduğu yemek lekeleriyle bezeli elyazmasını reddetmediği için, bugün ‘Alıklar Birliği’ dünyanın dört bir yanında okunuyor. Tek bir roman yazıp onun da basıldığını görmeden 32 yaşındayken intihar eden John Kennedy Toole’un huysuz ve komik karakteri Ignatius Reilly, bir editör sayesinde aramızda yaşayabiliyor.

Çok zor zanaattir editörlük. İğneyle kuyu kazmaya benzer. İyi bir kitabı kötüsünden ayırt edebilecek beceriye sahip olmak yeterli değildir. Aslında bu işin en kolay kısmıdır: bir kitabın basılamayacağına karar verirsiniz ve olur biter. Peki basılabilecek kitaplar? İşte bu kitapları okuyucuya sunulabilir hale getirmek için geçilmesi gereken zorlu bir süreç vardır. Neler çıkarılacak, neler olduğu gibi bırakılacak, neler eklenecek, değil mi ama? Bunların hepsine editörler karar verir. Üstelik metni değiştirilecek diye ödü kopan, hatta arada bir sinirleri zayıflayıp histeri krizleri geçiren egosu büyük yazarların isteğine hilafen yaparlar bunu. Cesurdurlar da yani. Ya da iyi bir editörün öyle olması gerekir en azından.

Çoğu kadar jiletçidir ki, kendileri yazmaya soyunamazlar bir türlü. Çünkü kendi metinlerini de kesip biçip paramparça edebileceklerini bilirler ve buna gönülleri razı olmaz. Bu nedenle, “en iyi yazarlar, hiç yazmayanlardır,” diyenin bir editör olması kuvvetle muhtemeldir. Ve kıskançlığından değil, olsa olsa mükemmeliyetçiliğinden demiştir bunu.

Fakat gerçek bir editör yine de bir tür yazar sayılır bence. Belbo’nun da dediği gibi, editörler aslında başkalarının kitaplarını yeniden yazan insanlardır. Sadece bunun böyle olduğunu sağda solda söylemezler. Çünkü geride durmak bu mesleğin şanındandır.

2 comments:

divadeiwob said...

tabi editörleri hep başarılı işlerle hatırlıyoruz ne de olsa geri çevirdikleri bir çok güzel kitaptan bihaberiz. mesela fowles ne büyücü'sünü ne de koleksiyoncu'sunu uzun süre yayınlatamamış. anca bir şekilde koleksiyoncu yayınlanınca ve belli bir başarıya ulaşınca büyücü'yü dikkate almış editörler. le guin'in karanlığın sol eli kitabı için editörün yazdığı şu an da biraz talihsiz olan mektup ise yazarın kendi sitesinde yayınlanıyor.

arka sıralardan kılçık yorumlar yapan bilim öğrenciniz evren

Meltem Gürle said...

Bak, bu Karanlığın Sol Eli hikayesini bilmiyordum iste. Hemen gidip bakayım, LeGuin'in sitesine.

Editorlere gelince, butun editorler iyi koku alir demedim ki! Ama editorun iyisi tadindan yenmez dedim, Belbo gibi...

Arka siralardan gelen kılcik sorulara kursuden sagduyulu yanitlar veren ogretmeniniz Meltem