Sunday, March 21, 2010

Gökyüzü


BirGün

21 Mart 2010


‘Savaş ve Barış’ın en güzel sahnelerinden biri, Prens Andrey’in savaş meydanında yaralanıp yere devrildiği andır. “Ne oldu bana? Yoksa düşüyor muyum? Bacaklarım tutmuyor!” diye geçirir aklından ve aldığı yaranın darbesiyle sırtüstü düşüverir. Ama aklı Napolyon’un ordusuna karşı savaşan askerlerinde kalır. Çarpışmanın nasıl devam ettiğini, korumak için onca uğraştıkları havan topunun Fransızların eline geçip geçmediğini öğrenmek için gözlerini açar ama düşüp kaldığı yerde üzerindeki uçsuz bucaksız gökyüzünden başka hiç bir şey göremez. Savaşın kargaşasının içinde, kül rengi bulutların ağır ağır kayarak ilerlediği bu dingin gökyüzüyle karşılaşmak afallatır onu: “ ‘Ne kadar sessiz! Ne kadar dingin! Ne kadar yüce!’ diye düşündü Prens Andrey. ‘Hiç de koştuğum sırada olduğu gibi değil!’ dedi kendi kendine. ‘Hiç de koştuğumuz, bağırdığımız ve çarpıştığımız zamanki gibi değil; öfkeli ve korkulu yüzlerle topun tomarını çekiştiren o Fransızla o topçunun yaptıkları gibi değil… Bu yüksek, bu uçsuz bucaksız gökyüzünden bulutlar hiç de böyle geçmiyor. Ama nasıl oluyor da, bu yüksek gökyüzünü daha önce görmedim? Sonunda var olduğunu öğrendiğim için de ne kadar mutluyum. Evet, her şey boş! Her şey yalan! Bu uçsuz bucaksız gökten başka her şey. Ondan başka hiçbir şey yok, hiçbir şey. Hatta belki o da yok, hiçbir şey yok, sessizlikten ve dinginlikten başka hiç bir şey… Tanrı’ya şükürler olsun!’ ”

Geçenlerde gündelik koşuşturmamın içinde kısacık bir an da olsa oturup nefes alacak kadar vaktim oldu. Dersten sonra azcık dinleneyim dedim. Ceketimi çimlere serdim, üzerine kuruldum. Yanımda kitabım vardı ama canım bir şey okumak istemedi. Bir süre etrafa bakarak zaman geçirdim. Meydan benim gibi güneşten faydalanmak isteyenlerle doluydu. Herkes çayını kahvesini almış çimenlerin üzerine yayılmıştı. Bir süre oyalandıktan sonra sırtüstü uzanıp ellerimi başımın altında birleştirdim. Hava böyle yatmak için biraz serindi aslında. Ama aldırmadım. Tepemde bulutsuz masmavi bir gökyüzü vardı. Ellerimden birini başımın altından kurtardım, onu gözüme siper edip bir kez daha baktım.

Bu tekdüze mavilikten tuhaf bir güç yayılıyordu. O kadar azametli o kadar yoğundu ki, bir süre sonra dışarıdan gelen sesleri duymaz oldum. İçimde sürekli bir o yana bir bu yana sallanan ve bana yapmam gereken işleri hatırlatan sarkaç da nasıl olduysa durdu. Zamansız bir anda buldum kendimi. Sanki bütün dünya altımdan yok olmuş, havada asılı kalmış gibiydim. Bunu hiç yadırgamadım. Tam tersine kendimi tamamen bu hisse bıraktım. Gözlerimi kapattım ve mavi gökyüzünün ben ona baksam da bakmasam da hep orada olacağını düşündüm. Bunda insanı garip bir şekilde rahatlatan bir şey vardı. Bir devamlılık hissi. Ben burada olmasam bile, başka şeylerin devam edeceğini bilmekten gelen bir genişlik duygusu.

Gözlerimi yeniden açtığımda, yanımda okulun köpeklerinden biri burnunu sırt çantama sokmuş aranıyordu. İstediği şeyi bulamayınca hayalkırıklığıyla içini çekti. Ama kafasını çantamdan çıkarmadı. Ona yiyecek bir şeyler vermezsem, kitabımı yiyecekmiş gibi duruyordu. ‘Anna Karenina’yı, her ne kadar saygıdeğer biri gibi görünse de, bir köpeğe yâr edemezdim. Kalkıp kantine gittim ve bir sandviç aldım. Yarısını sarkık cılız sakalları ve uzun suratıyla yaşlı bir Çinliye benzeyen bu köpeğe verdim. Öteki yarısını da ben yedim.

Sandviçimi kemirirken, kim bilir ne zamandır kafamı kaldırıp gökyüzüne bakmamış olduğumu düşündüm. Oysa bir zamanlar bunun neredeyse mesaisini yapardım. Günlük telaşımın içinde baharın geldiğini bile farketmemiştim. Etrafıma bu sefer alıcı gözle baktım. Ortalık yemyeşildi. Çimlerin arasında böcekler dolaşıyor, topraktan hoş bir sıcaklık yayılıyordu. ‘Ne güzel bi gün be!’ dedim kendi kendime. Ve bunu der demez içim minnetle doluverdi.

Kendimi e.e.cummings’in bir şiirini söylerken buldum. Onu da öğrenciliğimden beri hiç düşünmemiştim.

teşekkür ederim Sana Tanrım bu en bi şaşırtıcı
gün için: ağaçların sıçrayan yemyeşil cıvıltıları
için
ve gökyüzünün apaçık gerçek düşü için; her bi
şey için. *



* Çeviri Tuğrul Asi Balkar’a aittir. ‘Hişt,’ e.e.cummings. Duvar Yayınları, 1984.

4 comments:

Resul Yılmaz said...

Yüreğinize sağlık.

Meltem Gürle said...

Bilmukabele...

ender said...
This comment has been removed by the author.
ender said...

https://www.youtube.com/watch?v=axH9A28CTjw