Sunday, March 07, 2010

Masumiyet üzerine yeniden...

BirGün/ 14:48 07 Mart 2010

Yunanlı şair Yannis Ritsos’un ‘Dikkatli Ariostos’u, düz yazı şeklinde yazılmış bir şiir kitabı mıdır, aynı kahramanı konu alan kısa öyküler toplamı mı, yoksa episodik bir roman mı, karar vermesi zordur. Ama hangisi olursa olsun, unutulacak kitap değildir.
‘Dikkatli Ariostos’ şimdiye kadar duyduğum en güzel benzetmelerle doludur. Bunlardan biri hiç aklımdan çıkmaz: “Akşam, nöbetçi eczanenin tahta sırasında oturan ve delinmiş ayakkabılarını gizlemek için ayaklarını sıranın altında tutan siyah giysili bir kız gibi çekingen ve sessiz.” Benim için, o küçük kız ve onun siyah elbisesinin içindeki tereddütü sanki bütün kitabı etkisi altına almıştır. Yalnızca kitabı mı? Ne zaman akşam inerken bir bankta otursam, Ritsos beni ele geçirir, kendimi yoksul bir kız çocuğunun hüznünde bulurum.
Bir süredir internette dolaşan bir video var. Küçük bir kız çocuğu, öğretmeninin kendisini destekleyen nidaları eşliğinde, bir sınıf dolusu ilkokul öğrencisini karşısına almış bas bas bağırıyor. ‘Öğretmenim beni fakir olduğum için başkan yapmadı,’ diyor. ‘Bakın benim ayakkabılarım delik, ayaklarım yine ıslak,’ diyor. ‘Benim babam inşaattan düştü, neredeyse ölüyordu,’ diyor. Söylediklerinin hepsi doğru. Anlattıkları bizi acıtıyor.
Peki ya söyleyiş biçimi? İşte burası irkiltiyor insanı. Televizyon programlarından tanıdığımız bir çığırtkanlıkla konuşuyor bu küçük kız. ‘Reality show’lardan edinildiği belli olan bir hırçınlıkla hesap soruyor, duygu sömürüsü yapıyor, rakiplerine karşı puan toplamaya çalışıyor. Televizyon da bunun farkında olsa gerek ki, aynı çocuk bir süre sonra bir eğlence programına çıkıyor ve gösterisine ekranda devam ediyor. Kısa bir süre için ünlü olduğunun, zamanını iyi kullanması gerektiğinin tamamen farkında. Televizyon adabını biliyor, pek bir sıkıntısı yok. Kendisine sorulanları bilmiş bilmiş yanıtlıyor, yine sağa sola çatıyor ve sonunda bir de mesaj vererek müsameresini tamamlıyor.
Bu görüntülerin takdirle ya da en azından gülümseyerek izlendiğini biliyorum. Bense, yetişkin dili ve tavrıyla konuşan çocuklar karşısında her zaman hissettiğim gibi, bunu seyrederken de dehşete kapılıyorum. Sınıf başkanı olmak isteyen bu küçük kızın sahne performansını düpedüz korkutucu buluyorum.
Demiyorum ki, bütün yoksul çocuklar Ritsos’un bahsettiği o hüznü taşısın. Biliyorum, yoksulluk kimsenin uzun süre çocuk olarak kalmasına izin vermez. Fakirler çabuk büyür. Ve elbet isyan ederler bir gün. Delik pabuçlarını daha fazla saklamak istemezler. Asıl istedikleri onları pabuçları delik olmayanların kafasına fırlatmaktır. Haksız da değillerdir bunda. Gıcır gıcır ayakkabıların, pahalı çizmelerin, su geçirmez botların yarattığı şiddeti en iyi onlar bilirler çünkü.
Fakat bu küçük kızın öfkesi, bir gösteri haline getirildiği andan itibaren o isyanın ifadesi olmaktan uzaklaşıyor, eğlencelik bir şey olarak karşımıza çıkıyor. Her şey gibi o da paketlenip kucağımıza bırakılıyor. Bu açıdan, çocukların neredeyse müstehcen bir şekilde sunulduğu o ses yarışması programından hiç farkı yok bunun. Oradaki çocuklar kırıtıp kanto yaparken, bu kız da kendi yoksunluklarının üzerinden başkalarının ilgisini istiyor.
Başka şeyler neyse de, küçük kızların bu şekilde pazara çıkarıldığı bir dünyada yaşamak bana ağır geliyor.
Belki de işleri düzeltmeye öncelikle çocukların masumiyeti korumaya çalışarak başlamalıyız.

No comments: