Sunday, December 13, 2009

'Avuçlarımın mürekkep lekeli çukurları'...


BirGün 13 Aralık 2009

Üniversitedeyken İranlı bir arkadaşım vardı: Mozhgan (ya da bizim ona seslendiğimiz şekliyle Müjgân). Büyük bir kısmını çamaşırhaneden bozma rutubetli bir odada geçirdiğim yurt hayatım boyunca, onun kadar güzel şiir okuyanını görmedim. Türkçe, İngilizce, Fransızca, bir kaç dil bilirdi. Hele Farsça okumaya başladı mı, elimizde ne varsa bırakıp ağzının içine bakardık.

Farsça anladığımızdan değil. Gerçi Mozhgan okuduğu şiirleri üşenmeyip satır satır çevirirdi. Ama bu çok da kolay bir şey değildi. Arada bir durup şöyle şeyler söylerdi: “Hani bazan tertemiz bir şeyin içine bir parça pislik karışır ya? Türkçede ne deniyor mesela?” Birbirimize bakıp gülüşürdük. “Aman Mozhgan” derdik, “İşte tam öyle deniyor Türkçede: temiz bir şeyin içine karışan bir parça pislik!” Kızardı bize. “Mutlaka bir lâf vardır, siz bilmiyorsunuzdur,” derdi. Biz Farsçanın zenginliğine hayret ederken, o Türkçeyi değil bizi suçlardı. Herhalde haklıydı.

Farsçanın güzelliği sadece ifade gücünden değil, müziğinden de kaynaklanıyordu. Müthiş bir melodi vardı o şiirlerde. Hiç anlamasak da, Mozhgan’ı saatlerce dinleyebilirdik. En çok Füruğ’dan okurdu: “…nıgah kum ki mum-ı şeb berahı ma/çegune katre katre ab-mişeved/sürahiye siyahı dideganı men/be lay lay germ tu/lebaleb ez şerab mişeved/be ruyi kahvare haye şiir men/nıgah kun/tu midemi ve aftab mişeved.” Onat Kutlar’ın Türkçesiyle: “… bak tam karşımızda gecenin mumu/damla damla nasıl eriyor/nasıl doluyor ağzına kadar uyku şarabıyla/gözlerimin simsiyah kadehi/senin ninnilerini dinlerken/ve bak nasıl/şiirlerimin beşiğine/sen doğuyorsun, güneş doğuyor.”

Böyle gecelerde, büyülenmiş gibi dinlerdik Mozhgan’ı. Bize Füruğ’un nasıl güzel, nasıl müthiş bir kadın olduğunu anlatırdı. Daha sonra fotoğraflarını gördüğümde Mozhgan’a hak verdim: buğulu iri gözleri ve insanın içine işleyen bakışlarıyla Füruğ Ferruhzad unutulacak bir kadın değildi. Güzelliği ve zekası bir yana, cesaretiyle de nam salmıştı. 1960larda İran’da baskıcı yönetime karşı sesini çıkarabilen nadir insanlardandı. Şah rejimine açıkça karşı duran ‘Yeryüzü Ayetleri’ adlı şiir kitabını yayınlamış ve genç bir kadın olduğu için ona şüpheyle bakan ‘yaşlı ve erkek’ edebiyat çevrelerinin bile saygısını kazanmıştı. Mozhgan bunları anlattıkça, Füruğ’a gitgide daha büyük bir hayranlık duyuyorduk.

Onu tanımak sevmek demekti. Garip olan, bu tanışıklığı, Mozhgan’ı ve ailesini memleketlerini terketmeye mecbur bırakan Humeyni’ye borçlu olmamızdı. Ne zaman Füruğ’u düşünsem aklıma Humeyni’nin gelmesi bundandır.

Mozhgan’ın Füruğ’la kurduğu bağda, İran’ın yüzünü neredeyse bir gecede değiştiren ve ülkeyi Şah’tan kurtarırken başka bir karanlığa sürükleyen dini lider Humeyni’nin payı vardı elbette. Devrim sırasında Şah'ı devirmek için sol muhalefetle birlikte hareket eden Humeyni, amacına ulaşıp iktidarı ele geçirdikten sonra muhalif grupları birer birer ortadan kaldırmıştı. Mozhgan’ın ailesinin de aralarında olduğu solculardan bir kısmı ülkeden kaçmak zorunda kalmışlardı. Şah Füruğ için ne ise, Humeyni de Mozhgan için oydu: baskıcı ve ceberrut bir yönetimin lideri, onu yerinden yurdundan eden ve gurbette hasret şiirleri okuyarak yaşamaya zorlayan bir diktatör. Mozhgan kendi itirazını Füruğ’un dilinden söylüyordu. Onun gibi biz de, bu cesur ve sıradışı kadında kendi isyanımızdan bir şeyler buluyorduk.

Böylece, 1985 yılının baharında, kız yurdunun arka cephesindeki yangın merdivenine güvercinler gibi dizilip şiirler dinleyen bir avuç genç kadın, İranlı şair Füruğ Ferruhzad’a topluca aşık olduk. Füruğ olmak istediğimiz her şeydi: şair, ressam, oyuncu, yönetmen, devrimci ve anne. O bizim ayrı ayrı yaşamayı umduğumuz bütün hayatları, tek ve kısa bir ömre sığdırmayı başarmıştı. Otuz iki yaşında henüz gencecik bir kadınken trajik bir şekilde öldüğünü biliyorduk. 1968'de bir trafik kazası geçirmiş ve başını kaldırımın kıyısına vurarak oracıkta can vermişti. Bu konu açılınca, hep beraber iç çekerdik.

Çok zaman sonra, bir sahafta dolaşırken ‘Yeryüzü Ayetleri’ne rastladım. Kitabın kapağında Füruğ, o güzel iri gözleriyle dimdik bana bakıyordu. Cesaretiyle hepimize ilham veren bu muhteşem kadını, onu bizimle tanıştıran Mozhgan’ı ve yangın merdiveninde şiirler okuyarak geçirdiğimiz o baharı hatırladım.

Kitabı avcumda tutarken düşündüm ki, yazdığım her satırda Füruğ’dan bir şeyler var. Onun cesaretinden, bitmeyen umudundan ve doğulu hüznünden bir parça var bende. Bu coğrafyada yazan bütün kadınlarda…

Onun izi var ‘avuçlarımızın mürekkep lekeli çukurları’nda…

No comments: