Tuesday, December 08, 2009

KLASİKLERİ NİÇİN OKUMALIYIZ?

BirGün/ 03:31 26 Nisan 2009

İtalyan edebiyatının büyük yazarlarından İtalo Calvino, ‘Klasikleri Niçin Okumalıyız?’ başlıklı yazısında bu soruya, on dört maddeden oluşan bir liste ile yanıt verir.
İlk madde, bir nedenden çok bir tespittir aslında, hatta belki de bir tanımdır: Calvino’ya göre klasikler, genellikle insanların “okuyorum” demek yerine “yeniden okuyorum” dedikleri kitaplardır, çünkü kimse dünya klasiği sayılan bir eseri ilk kez okuyor olduğunu itiraf etmeyi kendine yediremez.
Calvino, böyle eğlenceli bir saptamayla başladığı yazısına, klasiklerin niçin okunması gerektiğine dair daha birçok neden göstererek devam eder. Mesela, gençken okuduğumuz romanlar o yaşlara özgü bir tutkuyla beslenirken, olgunluk çağındaki okumalarımızda ise daha önce fark etmediğimiz pek çok ayrıntının farkına varabilir, metnin derinliklerine inebiliriz. Ama Calvino’nun klasiklere dair söylediği en önemli şey, bu eserleri “bir görev ya da saygıdan ötürü” değil “yalnızca aşkla” okumamız gerektiğidir. Hangi yazarı niçin sevdiğini anlattığı zaman anlarız ki, bunu kendisi zaten yapmaktadır.
“Öncelikle Stendhal’i severim, çünkü yalnızca onda bireysel ahlaki gerilim, tarihsel gerilim, yaşam atılımı bir bütün oluşturur: Romanın çizgisel gerilimidir bu. Puşkin’i severim, çünkü berraklık, ironi ve ciddilik demektir. Hemingway’i severim, çünkü yalınlık, abartısızlık, mutluluk arzusu, hüzün demektir. Stevenson’ı severim, çünkü sanki uçar. Çehov’u severim, çünkü gittiğinden daha öteye gitmez. Conrad’ı severim, çünkü derin sularda seyreder ve batmaz. Tolstoy’u severim, çünkü kimi zaman “hah, şimdi anlıyorum nasıl yaptığını” duygusuna kapılırım, oysa bir şey anladığım yoktur.”
Bu liste böyle devam eder gider. O kendi sevdiği yazarları anlatırken, biz de Calvino’yu niçin sevdiğimizi anlamış oluruz.
Calvino’nun bu yazısına dair düşünürken, bir zamanlar öğrencim olan (şimdi kocaman bir adam oldu) Yusuf’un, ergenlere özgü bir ukalalıkla karşıma dikilip “Niye kitap okuyayım ki? Ne işime yarayacak?” diye soruşunu hatırladım. O vakitler çiçeği burnunda bir öğretmen olduğum için, bu soruya bayağı alınmış ve klasikleri okumanın iyi bir şey olması gerektiği yolunda küskün küskün bir şeyler gevelemiştim.
Oysa, 13 yaşındaki bir oğlan çocuğuna söylenecek şey değildi bu. Ona göre, bütün bu yazarlar “edebiyat yapıyordu” ve anlaşılan, bu öldüresiye sıkıcı bir şeydi. Şimdiki aklım olsa ona derdim ki, klasikler yalnızca “hikâye” değildir. Onlardan hayatta kalmamızı sağlayacak bir sürü şey de öğreniriz.
Okuduğu romanlardan bu tür şeyler de öğrendiği anlaşılan bir tanıdığım, geçenlerde şakayla karışık, bir grup genç insanı bir tiyatro faaliyeti etrafında organize edebilmek için Dostoyevski’nin ‘Cinler’de sözünü ettiği örgütlenme modelini kullandığını anlattı. Ben de ona bir dahaki sefere Steinbeck’i denemesini öğütledim. Çünkü, bu örgütçülük işlerinde kimse Steinbeck’in eline su dökemez. “Grev nedir, nasıl yapılır?” gibi soruların yanıtı olabilecek ‘Bitmeyen Kavga’ bu konuda bir rehber kitap ayarındadır. Mesela, bir grev örgütlemeye niyetliyseniz, sigara içmiyorsanız bile bir an evvel başlamanız gerektiğini bu kitaptan öğrenirsiniz, çünkü yazarın dediğine göre, işçilerle ilişki kurmanın yolu ateş almaktan geçer. Tabii, bununla da kalmaz daha bir sürü pratik bilgi edinirsiniz: Dikkatli bir okuyucu, genç bir kadına ahırda doğum yaptırması gerekirse araba farlarının ışığından yararlanabileceğini ya da çocuk doğduktan sonra bebek bezi ihtiyacı hasıl olduğunda bu sorunu işçilerden paçavra toplayarak çözebileceğini bir kenara yazar. Bu iş için toplanan bezlerin gereğinden fazla olduğunu fark eden grev liderinin bunları geri dağıtmayı reddetmesi de ayrı bir derstir aslında. Bu davranış, bize dayanışmanın kimi zaman ihtiyaçlardan daha önemli olabileceğini öğretir. Bez veren herkes, bebek için bir şeyler yaptığını düşünecek, bu katılımından dolayı mutluluk duyacak ve davayı sahiplenecektir.
Steinbeck’in romanı örneklerden yalnızca biri. Aslında, bütün klasikler, okuyucuya verdikleri edebi zevkin yanısıra, hayata dair ıvır zıvır bir sürü bilgiyle doludur. Hepsinden umulmadık bir sürü şey öğrenirsiniz.
Hemingway’den, eğer ‘ihtiyar bir adam’sanız balığa çıkarken mutlaka yanınıza yedek bir zıpkın almanız gerektiğini; Flaubert’den, çok pahalı kumaşlar almamayı ama yanılıp da aldıysanız o zaman kumaşçınıza olan borcunuzu vaktinde ödemenizin hayati bir önem taşıyabileceğini; Dostoyevski’den, diş ağrısından haz alınabileceğini; Gogol’den, kışın St. Petersburg’da asla paltosuz dolaşmamak gerektiğini; Mann’dan, şezlongda yatarken battaniyenizi nasıl yerleştirirseniz üşümeden uzun süre uzanabileceğinizi; Çehov’dan, eğer kırk yaşından sonra âşık olmak istemiyorsanız küçük köpekli kadınlardan sakınmanızın yerinde bir davranış olacağını; Woolf’tan, bir parti düzenliyorsanız nelere dikkat etmek lazım geldiğini; Joyce’dan, Eski Yunan’da yapılmış heykellerin kıç deliğinin olmadığını; Faulkner’dan da, eğer yalnızca bir çift pabucunuz varsa onu kâğıda sarıp taşımak ve ancak şehre geldiğinizde giymek gerektiğini öğrenirsiniz.
Calvino’nun söylediklerine ek olarak, klasikleri işte bütün bunlar için de okumalıyız.

No comments: