Tuesday, December 08, 2009

BİR YABANCININ SIRTI

BirGün/ 15:38 27 Eylül 2009

Beşiktaş’tan taşındığımdan beri, ne zaman sokağa çıksam kendimi orada buluyorum. Artık çarşıda yaşamadığımı kabullenmekte zorlanıyorum anlaşılan. Alışkanlıklarımı terk etmekte hiç bir zaman çok başarılı olmamışımdır.
Geçenlerde yine bambaşka bir amaçla evden çıkmışken, kendimi çarşıda, bir zamanlar çok sevdiğim ama uzun süredir gitmediğim esnaf lokantasında buldum. Beni hatırlayıp önüme her zamanki gibi İzmir köfte, cacık ve pilavdan oluşan yemeğimi koydular. Çok sevindim. Kimse unutulmak istemez.
Lokanta yine çok kalabalıktı. Öğle tatilinden fırsat bulup yemeğe çıkmış sekreter kızlar, bankacılar, ofis çalışanları; bol ekmekle kuru fasülyeye talim eden inşaat işçileri; kalabalıkta kitaplarını koyacak yer bulamadıkları için üzerine oturarak yemek yiyen üniversite öğrencileri; Üsküdar- Beşiktaş hattında çalışan ve iş kaybetmemek için hızla midelerini dolduran motorcular… Birbirine benzemeyen bir sürü insan…
Dalgın dalgın yemeğimi yerken, gözüm önümdeki sırta takıldı. Üniformalı biriydi önümde oturan adam. Biraz daha dikkatli bakınca belinden sarkan silahı gördüm ve bir polisin sırtına bakıyor olduğumu farkettim. Gençten bir çocuktu bu. Ekmeğini koparıp yemeğine daldırıyor, dirseklerini sofraya dayayıp biraz bekliyor, ardından kaşığına davranıyordu. Sonra yine aynı şey. Neredeyse mekanik denebilecek bir hareketle yiyordu yemeğini. İzlendiğini bilmeden.
Senelerdir dinlediğim bütün polis hikayeleri bir bir aklımdan geçti. Gazete haberleri gözümün önüne geldi: “ ‘Dur’ emrine uymadığı için vuruldu,” “Karakol penceresinden atlayarak yaşamına son verdi,” “Gözaltında yaşamını yitirdi,” “Manisa'da çocuklara yine 'özel muamele'.” Katıldığım yürüyüşleri, miting alanlarında yaşananları hatırladım. Arkadaşlarıma yapılanlar. Onların anlattıkları. Anlatamadıkları. Bu üniformayla her karşılaştığımda duyduğum tedirginliği düşündüm.
Ama bu adamın sırtına bakınca bunları görmüyordum. Taşralı birine benziyordu. Başını elindeki ekmeğe doğru eğişinde, lokmalar arasında dinlenişinde, ayaklarını iskemlenin altında çaprazlamış oturuşunda çekingen, neredeyse çocuksu bir şeyler vardı.
Onun yemek yiyişini seyrederken, Pessoa’nın ‘Huzursuzluğun Kitabı’nda yabancı birinin sırtına dair söylediği şeyleri hatırladım. Yabancı birinin sırtına bakmak, uyuyan bir adamı seyretmeye benziyordu. Ve uyuyan herkes biraz çocuk sayılırdı aslında. Uyuduğu zaman herkes bir çocuğun dokunulmazlığına sahip olurdu. “Gözümü adamın sırtına, aralığından içeri göz atarak yarım yamalak da olsa düşüncelerini seçebildiğim o pencereye diktim. Uyuyan bir adamın karşısında ne hissedilirse, bende onu uyandırıyordu. Uyuyan herkes çocukluğuna döner. Belki de bu yüzden, yani uyurken yaşadığımızın bilincinde olmadığımız için, kimseye kötülük de yapamayız.”
Bu adamın sırtı da uyuyordu işte.
Kasada paramı ödeyip lokantadan ayrıldım. Kapıdan çıkarken dönüp yüzüne baksam mı diye geçirdim aklımdan. Ama bunu yapmak içimden gelmedi. Onu uyuyan biri olarak hatırlamayı tercih edeceğimi farkettim.

No comments: