Tuesday, December 08, 2009


‘BENLİĞİM BENİMDİR’
BirGün/ 15:40 08 Mart 2009

Mor Kitaplık Kadın Tarihi ve Eserleri dizisinin ilk serisi olarak Kitap Yayınevi tarafından 2006 yılında basılan Nezihe Muhiddin külliyatı geçenlerde elime geçti. Bu dört ciltlik derleme, yazarın romanları, kısa hikâyeleri, 1931 yılında yayımlanan otobiyografisi ve 1923 yılından itibaren çeşitli dergilerde yazmaya başladığı makalelerinden oluşuyor.
Nezihe Muhiddin, kadın hareketinin bu coğrafyada yaşamış önderlerinden biri. Eğitimli bir kadın; Farsça, Arapça, Almanca, Fransızca biliyor. Öncelikle, bir siyasi aktivist olarak hatırlanıyor. 1923 yılının Haziran ayında, daha sonra Cumhuriyet tarihinin ilk partisi olarak kayıtlara geçecek olan, Kadınlar Halk Fırkası’nın kurulmasına önayak oluyor. Programındaki talepler yersiz bulunduğu için parti kapatılınca, bu sefer Türk Kadınlar Birliği’ni kuruyor ve 1924-27 yılları arasında bu derneğin başkanlığını yürütüyor. Ancak, çeşitli siyasi oyunlar ve suçlamalarla yıpratılıp derneğin başkanlığından düşürülünce, küsüyor ve siyaset hayatından çekiliyor.
Nezihe Muhiddin’in, hayatı boyunca bir feminist olarak kaldığına şüphe yok. Fakat, hayatının ikinci döneminde, siyasetten aldığı yaraları edebiyatla sarmaya gayret ettiğini ve küskünlüğünü yazdığı üç yüz küsur öykü ve sayıları yirmiyi bulan roman ile telafi yoluna gittiğini görüyoruz. Nezihe Muhiddin, üretken ve coşkulu bir yazar, hep büyük bir heyecanla size bir şeyler anlatıp duruyor. Nüket Sirman’ın da kitabın önsözünde dikkatimizi çektiği bu coşkulu anlatımın (Sirman bunu yazarın sabırsız kişiliğine veriyor) yazınsal açıdan birtakım bedelleri var elbette. İnsan dönem dönem, Muhiddin’in yazdığı metinleri bir kez daha okuyup okumadığını merak ediyor: Kimi zaman bize detaylı bir şekilde anlatıldıkları için, olayların gidişatında önemli bir rol oynayacaklarını düşündüğümüz birtakım karakterler ortadan kayboluveriyor, kimi zaman bunun tersi oluyor ve birdenbire daha evvel hiç işitmediğimiz bir kişiden söz açılıyor (hatta okuyucuya “sizin haberiniz yok tabii, ama bu hep vardı aslında” diye izahat veriliyor), bazen de hikâyenin sonu birdenbire geliyor ve birkaç satır içinde yıllar geçip olaylar sonlanıveriyor.
Kısaca söylemek gerekirse, Nezihe Muhiddin dünyanın en iyi yazarı değil. Ama bu onun çok ilginç bir yazar olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Biraz önce sözünü ettiğim zaafları görmezden gelirsek, bize sunduğu cesur kadın karakterler, seçtiği sıradışı konular ve kimi zaman vardığı beklenmedik sonuçlar nedeniyle Nezihe Muhiddin’i, dönemin kadın erkek bütün yazarları arasında, özel bir yere koymamız gerektiğini düşünüyorum. O dönemde tabu sayılan, cinsellik ve şiddet gibi hassas konulara değinen öyküleri korkusuzca anlatabilmesi de cabası.
Onca hikâye arasında, beni en çok etkileyenlerden biri, bu iki ögenin de gani gani kullanıldığı ‘Benliğim benimdir!’ adlı kısa roman oldu. Nezihe Muhiddin, önce kendi öz annesi tarafından esir pazarına çıkarılan ve sonra Osmanlı konaklarından birine odalık olarak satılan Zeynep’in hikâyesi’ni anlatırken, öfkeli ve “hürriyet âşığı” bir Çerkes kızı olan karakteri gibi lafını hiç sakınmıyor ve her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatıyor. Esir pazarında kızların birer adım öne çıkarılıp göğüslerinden dişlerine varana kadar muayeneden geçirilmesi, Zeynep’e musallat olan paşanın onu mütemadiyen sıkıştıran mor damarlı elleri ve öpmek isteyen ıslak dudakları, ya da kendisine sunulan varlığın ihtişamından gözleri kamaşarak yavaş yavaş gerçekten bir odalık haline geldiğini fark eden Çerkes kızının utancı ve hayalkırıklığı art arda sıralanıyor.
Yine de hikâyeyi, bir Nezihe Muhiddin hikâyesi yapan şey, olayların neticelenme biçimiyle ilgili daha çok. Konağın yaşlı efendisinden bütün kalbiyle nefret eden Zeynep, paşanın gizli gizli Namık Kemal okuyan idealist oğluna âşık olur, onu zihninde yüceltip kurtarıcısı haline getirir. Fakat hikâyenin sonuna gelindiğinde, paşaya hiçbir zaman vermediği benliğini, oğluna da vermeyecek, veremeyecektir: “Üç dört sene sonra ona zengin bir otomobile kurulmuş olarak tesadüf ettim. Fakat sarışın, narin, asil simalı Ferruh’un yerine, neşeli ve tekerlek bir sima ve şişman karınlı azametli bir vücut kaim olmuştu! Kalbimde yaşayan o ilk sevgili hayali yavaş yavaş silindi. Ferruh ismini tahattur ederken karşıma testekerlek yayvan bir çehre geliyor.”
Başka bir yazarın elinde iyi adamla kötü adam arasında (ya da dönemin romanlarında çoğu kez olduğu aşkla sevgi arasında) kalmasını beklediğimiz karakter, Nezihe Muhiddin’e gelince tamamen kendine sahip çıkan bir kişilik sergiler ve “Benliğim benimdir!” deyip kendini yalnızca gerçekten istediği kişiye verir.
Paşa ile oğlunun benzerliğine dikkat çekerken, Nezihe Muhiddin, Zeynep vasıtasıyla bize şunu söyler: İyi adamla kötü adamın, kendimizi onlar üzerinden tanımladığımız müddetçe, birbirlerinden pek bir farkı yoktur aslında. İkisinde de benliğimizi bir başkasına tahvil ederiz çünkü. Bu görüş, sadece dönemin roman anlayışına meydan okuyor olması açısından değil, feminizm adına da önemli bir adımdır.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Nezihe Muhiddin’i sevgiyle anıyoruz.

No comments: