Tuesday, December 08, 2009

Žižek’le duygusallığa kaçmadan


BirGün/ 6 Aralık 2009

Slavoj Žižek geçtiğimiz hafta İstanbul’daydı. Ünlü Marksist felsefeci, psikoanalist ve kültür kuramcısı Žižek, Descartes’tan Hegel’e özne meselesine odaklanarak felsefi ve siyasi düşüncelerini açtığı ‘Gıdıklanan Özne,’ duygusallıktan uzak ama naif bir ahlâk anlayışının da savunuculuğunu yaptığı ‘Paralaks’ ve Hollywood sinemasından yola çıkarak Lacan’ı bizim gibi normal insanlar için anlaşılır kıldığı ‘Yamuk Bakmak’ gibi eserleriyle bir çok farklı alanda at koşturan üretken bir düşünür.

Žižek, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü ile kitaplarını Türkçede basan Encore Yayınları tarafından düzenlenen iki günlük bir etkinliğe katıldı: ilk gün 'Post - İdeolojik Dünyada İdeoloji: Hollywood' başlıklı bir konuşma yaptı, ikinci gün ise İsrailli yönetmen Udi Aloni ile din ve laiklik ekseninde İsrail – Filistin sorunu üzerine bir söyleşide yer aldı.

Bunlardan birincisini dinleme şansım oldu. Böylece hayatımın en müthiş ‘stand-up’ gösterisini de izlemiş oldum. Žižek tam bir sahne adamı. Dinmek bilmeyen heyecanı, konuşmak konusundaki iştahı ve aklınıza gelebilecek her konuda ahkâm kesebilme becerisiyle dinleyiciyi hiç sıkmadan saatlerce yerine mıhlayabiliyor.

Stalin’den ‘Tom ve Jerry’e, Kant’dan Stephen King’e, Lacan’dan ‘KungFu Panda’ya atlayarak, akla hayale gelmeyen bin çeşit örnek üzerinden geç dönem kapitalist ideolojinin hayatımızın her köşesine nasıl nüfuz ettiğini anlattı. Amerikan filmlerinin vaaz ettiği varoluş biçimlerinden dem vurdu. Sonra, kendini alamayıp nasıl kastre edildiğimize geçti ve hatta artık Hollywood’un tamamen kabul edip tescillediği üzre aseksüel olduğumuzu ilan etti.

Bu konuşmayı dinleyenler, herhalde en çok ‘kültürel kapitalizm’den söz ederken verdiği örnekleri hatırlayacaklardır. Žižek diyor ki, kültürel kapitalizmi erken dönem kapitalizmden ayıran özelliklerden biri, alıştığımızdan farklı kılıklarla karşımıza çıkmasıymış. Bu gelişmiş kapitalizm biçimi, sağ gösterip sol vuruyormuş, çünkü her şey onun şeklini alıyor, hiç bir şey olduğu gibi kalamıyormuş. Hatta artık çevreye duyarlı olmanın ya da sosyalizme inanmanın yolu, hiç beklenmedik yerlerden, mesela Starbucks’tan falan geçiyormuş. Böylece, organik ürünler kullandığını ve kahve üreticilerine adil bir ücret ödediğini iddia eden Starbucks’a gittiğimiz zaman, ne çevreciliğimize ne de solculuğumuza halel geliyormuş. Eh, kahve biraz pahalı olabilirmiş. Ama solculuğumuzun ‘bedelini’ ödediğimiz için gönlümüz rahat bir şekilde kahvemizi yudumlayabiliyormuşuz.

İşte mücadele etmemiz gereken şey tam da bu aslında, diyor Žižek: kültürel kapitalizmin, dışarıda kalan her şeyi yutup yok ettiği, her şeyi sürekli kendine dönüştürdüğü bu dünya. Yani Marx’ın Wall Street’de pek sevildiği, Al Gore’un çevreci kesildiği, dünyanın en zengin adamı Bill Gates’in Afrika’daki açları kurtarabilmek için inisiyatifler başlattığı bir dünya.

Žižek’e göre, dünya hızla dönüşüyor: hakim ideoloji her şeyi arsızca yutuyor, hiç bir şey ‘ötekiliğini’ uzun süre koruyamıyor. “Öteki, henüz hikayesini duymadığımız adamdır” diyor hakim ideoloji. Böyle devam ederse ortaya çıkacak dünyanın, “bir hikayesi olan” porno filmlerinden farkı kalmayacak. Oysa, Žižek’in de dediği gibi, herkes gayet iyi bilir ki, pornografiye duygusallık karışınca mertlik bozulur. Büyükannelerinizle izleyebiliyorsanız, ona artık porno diyebilir misiniz mesela? Romantik komedi, belki. Ama porno, asla.

Buraya kadar Žižek’le tamamen hemfikir olduğumu söylemeliyim. Fakat konuşma boyunca izlediği yöntem ve tutturduğu dili düşününce, onun hınzırca önümüze bıraktığı pornografi analojisini devam ettirmek arzusuna karşı koyamıyorum.
O kadar zeki bir adam ki, yaptığı bu benzetmenin kendi varlığını da tehdit eder hale geldiğinin farkındadır herhalde. Birbiri ardına patlattığı pop kültür referanslarıyla sulandırdığı için kavramlarının sıradanlaştığını farkediyor mudur acaba? Ya da mütemadiyen bilinçaltına havale ettiği için (“rüyalarınızda Stalinist olun” ya da “kirli fantazilerinizin alt katmanını irdeleyin”), bize önerdiği direniş planının soyutlaşıp hayattan uzaklaştığını görüyor mudur? Peki ya artık Hollywood’un anlatıcısı değil malzemesi haline geldiğinin ayırdında mıdır?

Žižek’in eleştirdiği her şeyin vücuda gelmiş hali olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Kabul etmeliyiz ki, artık felsefenin yolu da bir Hollywood yıldızından geçiyor.

Onun için entelektüel alemlerin ‘rock starı’ dendiğini okumuştum. Kendi gözümle görünce ikna oldum. Bir ‘star’ olduğuna hiç şüphe yok: duygusal bir porno filminin starı.

No comments: